Deizmin Tarihsel Kökeni ve Tanrı

M.Ö. 1. yüzyılda Filon (Philo) gibi Helenistik Yahudi düşünürler, Tanrı’yı evrenin yasalarının kaynağı olarak tanımlar. Buna göre Tanrı müdahale etmez, onun yasaları evrende zaten işler. Bu, doğrudan bir deist anlayış olmasa da Tanrı’nın doğrudan iradesi yerine “logos” (akılsal yasa)” fikrini öne çıkarır.

M.S. 2. yüzyılda Marcion, Eski Ahit Tanrısı’nın kötü, cezalandırıcı ve dünyevi olduğunu savundu. Ona göre Gerçek Tanrı İsa’nın bahsettiği sevgi dolu, müdahale etmeyen Tanrı’dır. Yani Tanrı’nın yaratıcı ama sonra ilgisiz olduğunu düşünen bir yaklaşımdır. Ona göre gerçek Tanrı ise aşkın, müdahale etmeyen, salt “bilinç” ve “ışık” olan varlıktır.

8.-10. yüzyılda İslam dünyasında etkin olan Mutezileler Tanrı’nın adaletini ve akılcılığı öne çıkarır. Tanrı’nın müdahalesini adalet ve insan özgürlüğü sınırında değerlendirir. Cüz’î irade (insan özgürlüğü) fikriyle Tanrı’nın doğrudan müdahalesini sınırlarlar. Bu anlayış deizme benzemez ama Tanrı’nın sürekli “müdahaleci” olmadığı fikrine kapı aralar.

19.-20. yüzyılda Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Fazlurrahman gibi düşünürler: Tanrı’nın doğrudan müdahalesini değil, toplumsal yasalarla çalıştığını belirtir. Tanrı “sünnetullah” (doğal-toplumsal yasa) üzerinden işler. Bu anlayış,dışsal, tam anlamıyla deist değilse de, yarı-deist eğilimler taşır.

İnsanoğlu varlığa bir yaratıcı, (Tanrı) aramış ve bu doğrultuda ona kendi inanç ve kültürlerince farklı adlar vermiş ve tapınmıştır.

Tanrı denilince ne anlıyoruz? Nasıl bir tanrıya inanıyor ve ne diye adlandırıp hangi misyonları yüklüyoruz. Bu soruya herkes inancınca cevabı vardır ve hepsine de saygı duyulmalıdır. Ve kendi kendimize sormalıyız tanımladığımız- kendi yarattığımız bir tanrının bize ne gibi bir faydası var? O nedenle İslam Dini “La ilahe” deyip ilayı kendimizin yaşamımızla ortaya koymamızı istemiş ve bu bağlamda dini eğitim ve ibadetlerle buna ermenin kuralları konmuştur.

Yaratıcı bir gücü kabul ediyor, buna enerji, doğa, yaratıcı gibi adlar koyuyoruz. Böylelikle zorlayıcı bir “din” anlayışı yerine, özgür bilinçle varoluşu kavrama arayışına giriyoruz ama yaşantımız ona evrilmediğinden söylemde kalıyor bu bilince gelemiyoruz.

Bir yaratıcı ve bir yaratılan tanımı varlığı tanımak için kendimize indirgediğimizde dahi ikiliğe neden olmaktadır. Halbuki bir ressamın yaptığı tablodan dahi ressamın düşüncesi okunmaktadır. Dualist anlatıdan amacın bireyin kendini görüp tanıması olması gerekirken birey sanki kendini bilip tanıyormuşcasına yarattığı tanrısını tanıyıp tanımlamaya çalışmaktadır.

İslam inancında “ol” deyince olan bir yaratıcının varlığından söz edilmekte. Bunu fi tarihinde ol demiş olacak her şey olmuş olarak anlayanlar olduğu gibi ol emrinin her an oluşta olduğunu ve eylemlerimizin onun etkisinde olduğuna inananlar da var. Bazen de Evrene doğrudan müdahale eden, doğa yasalarını ihlal eden bir Tanrı anlayışından medet bekler inanca evriliyoruz. Halbuki Sen Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın (Fatır 43) buyurulmuştur. Yani, yanlışı görüp yaşayarak doğruyu model alıp yaşamamız istenmekte.

Kuranda yazılan Vahyi, kitap, kelime olarak okuyor ve bununla tanrıya layık kul olacağımıza inanıyoruz. Halbuki vahiydeki ayetler varlığa ait hal ve oluşu anlatarak bizim de ona uygun bir yol tutmamızı istenmektedir.

Bu da ne tamamen içkin (her şeyde olan), ne de tamamen aşkın (her şeyin dışında) bir tanrının varlığını doğurmaktadır. İsim veya put tanrı değil hayat veren, varlığı kul ile yaşayan, ama kuldan bağımsız da olan bir “bilinç kaynağı” olarak konumlandırmaktadır. Kısaca kelimeyi tevhid olarak bilinen “La ilahe İllallah, Muhammedün Resulullah”sözü ile ifade edilen gerçektir.

Kuranı Kerimde “Allah indinde din islamdır” ayeti bulunmaktadır. Ayet ile Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık olarak tanımlı toplumsal yaptırım ve inançla örülü birbiri ile döğüşen ve döğüştürenlerin dinlerini değil, vahiyde anlatıldığı gibi sünnetullah denilen doğa yasaları ile insan doğasına ve aklına uygun, aklı ve bilimi öne alan fedakarlık ve feragatlı eylemleri ile var edeceği canlı bir dini, (yasayı ve uygulama yolunu ) içinde barış ve selamet bulunan yaşamı kuracak, kendisi ve çevresi ile barışık insanları hedeflediği anlaşılmaktadır.