Aynı kelimeden olarak ‘dāna’ boyun eğdi, itaat etti. ‘dāna li-llāhi’ Allah’a yöneldi, teslim oldu anlamındadır. Dilimizdeki akıl dâna kelimesi bu bağlamda anlam kazanmaktadır.
Zerdüştîlikte daena, bireyin ruhsal yolculuğunu, ahlaki seçimlerini ve ölümden sonraki karşılaşacağı ruhsal yansımasını ifade eder.
Bu bağlamda "din", yalnızca kurallar ve ibadet sistemi değil, aynı zamanda kişisel ahlaki kavrayış ve ruhsal yol anlamına da gelir.
Kur’an da din kelimesi hem bir yaşam tarzı hem de ilahî düzen anlamında kullanılır. Bu nedenle Müslümanlıkta din denilince şeriat, (ilahi hukuk) tanrının emirleri, yasa olarak anlaşılır ve referans kaynakları olarak da Kur’an, Sünnet, (hadis külliyatı) icma ve kıyastır. Kamu ve toplum yararı ve örf de ikincil kaynak olarak esas alınır.
Günümüzde din kelimesinin karşılığı inanç ve bu inanç ekseni üzerinde oluşturulmuş kurum anlaşılmaktadır.
Konuyu tarihsel süreç içinde incelediğimizde siyasi idarelerden ayrı bir yapısı bulunmayan bu kurumun yazının icadı ile başlayan tarihî kayıtlardan Sümerlerde bulunduğu, arkeolojik araştırmalardan da Neolitik dönemde tapınak mimarisinin ortaya çıktığı, hatta Göbeklitepe’nin ilk tapınak olduğu da ifade edilmektedir.
Anayasa ile yönetilen ilk devletin Asur olduğu ve M.Ö 18. Yüzyılda Tanrı Şamaş’tan alındığı ifade edilen yasaların Kral Hamburabi tarafından taşa kazınarak ilan edilmesi ile herkesin uyması istenen toplumsal mutabakat sağlandığı anlaşılmaktadır.
Hammurabi Yasaları incelendiğinde asil, özgür, köle gibi sınıfsal ayrım gözettiği ve amacının toplumsal düzeni sağlama ve kral otoritesini meşrulaştırma olduğu anlaşılmaktadır. Hititlerde de meclis ve benzer yasalar bulunmaktadır
Tek tanrılı dinlerin kökeni olarak Hz. Adem’den başladığı ancak şeriat M.Ö 13-12. Yy da ortaya çıkan Musa peygamberin TanrıYahveden aldığı emirler olarak kabul edilir ve bunun ilk şeriat-hukuk, din devleti olduğu kabul edilir. Bu idarelerin devlet başkanları da peygamber olarak kabul edilir.
Hamburabi yasalarında sınıfsal farklar bulunurken Yahudilikte herkes Tanrı önünde eşittir. Bunun günümüz yansıması ‘herkesin kanun önünde eşit’ olduğu modern devlet idareleridir.
Yahudilikte yasa sadece hukuk değil, ritüel, ibadet, temizlik, gıda, zaman vb. tüm alanlarda ilahi düzen kurar ve 282 yazılı kanun, 10 madde halinde ahlaki-ilahi buyruk ve 613 emir ve yasaktan müteşekkildir.
Her iki sistemde de bir ilahi düzen düşüncesi varken Yahudilikte yasa, ibadet ve ahlak iç içe geçmiş, daha bütüncül bir sistemdir.
Günümüzde modern eğitim ve öğretim metodu ile devleti oluşturan fertler devletin amacı ve hedefi doğrultusunda eğitilerek birlik sağlanmaktadır.
Bu bağlamda din; yasa, kanun, şeriat – hukuk devletinden amacın birlik ve beraberlik içinde uyumlu yaşamak olduğu anlaşılmaktadır.
Devlet" kelimesi Arapça "devle" kökünden türemiştir. "Dönüş, nöbet, sırayla gelen şey" anlamlarına gelir. Aynı kökten gelen "devran, dönek" gibi kelimelerle de bağlantılıdır.
Devlet, belirli bir toprakta yaşayan insan topluluğu üzerinde egemenliğe ve düzenleme yetkisine sahip olan, hukuki ve siyasi bir örgütlenme biçimidir. Hem tarihsel bir olgu hem de siyasal bir kavram olarak toplumların düzenini, haklarını ve yaşam tarzını belirler.
Kur’an’da doğrudan “devlet” kelimesi geçmez, ancak “ümmet”, “hilafet”, “melik”, “emir”, “şura” gibi kavramlarla yönetim düzeni ima edilir.
İlk dönem İslam devletleri (Raşid Halifelik, Emevîler, Abbâsîler) dinî ve siyasî otoritenin birleştiği yapılar olarak şekillenmiştir.
Osmanlıca’da “devlet”, hem egemen iktidar yapısı hem de talih, saadet anlamında kullanılmıştır.
Tek kişinin kral, imparatorun egemenliği olan monarşi, azınlık bir grubun egemenliği olan oligarşi, halkın egemenliği olan demokrasi ve dini otoritenin egemenliği olan teokrasi var olan devlet şekilleridir.
Devletlerin işletim sistemlerine bakıldığında insan hakları evrensel beyannamesinin genel kabul gören ana kitap olarak kabul edildiği, anayasaya bağlı yönetmelik ve yönergeleri ile mahkeme kararlarının da hadis ve fıkıh / külliyatı emsalinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bilim ve teknolojinin hızlı ilerlemesi nedeniyle değişim ve dönüşüme bu yasaların yetişemediği bu nedenle parlamentoların gece gündüz çalışarak yasaları güncelledikleri veya yeni yasalar çıkardıkları gözlemlenmektedir.
Günümüz devlet yönetim anlayışları kar amaçlı şirket yönetimi anlayışı ile sürdürülmekte ve devletin kurumları devlet olan toprağı ve halkı tüketici ve ucuz emek olarak pazarlayarak yönetimlerin devam ettiriyorlar. Şimdi de aynı amaçla iktidarı pazarlamaktalar. İktidarın gerçek sahibi de bu durumu izlemektedir.
Türk yönetim sisteminin temelinde töre ve yol yatmaktadır. Tin sözcüğü de ruh manasında tanrı ile irtibat sağlayan uzantı. Senin dinin yok mu sözü yasa -düzen tanımayan kişiye söylenir ve bu söz, toplumsal ahlaka, yola, töreye uymayan kişiyi tanımlar. Yani nesebi belli olmayan kişi yasa yöntem tanımaz ve toprağı da halkı da satar.
Aklı olmayanın dini olmayacağı yasası gereği insanın akıl ile var olduğu ve ‘akıl dâana’ olarak aklın ötesine geçerek yasayı yaşayan ve yaşatan insan olmamız istenmektedir.
Kanun" kelimesi eski Yunanca'da "nomos" (yasa) ve "namus" (onur, düzen) anlamına gelir. "Kamus" ise söz, anlam, bütünlüktür. Dolayısıyla sözüne sadık olmayan hem onurunu hem düzeni bozmuş sayılır. İçinde yaşadığımız toplumsal ilişkilerimizdeki davranışlar bu durumu açıkça göstermektedir.
Bu durum, aynı zamanda, yazılı ve sözlü olarak yapacaklarını beyan eden siyasetçilerin seçilmesi sonrası yüce mecliste yemin ederek göreve başlaması ve yönetime geçtiklerinde yeminlerinden yani yasadan - dinden döndükleri anlamına gelir ki İslam Şeriatı isteyenlerin takip etmesi ve yüzleşmesi gereken bir konudur.
Bir devlette halkla birlikte yönetenlerin öncelikle var olan yasalara sadık kalmaları gerekir.
Halk ekonomik çıkarı için her türlü davranışı sergileyerek işi ve toplumsal düzeni bozarken yöneticiler ise; bizi halk seçti diye anayasaya ve diğer yasalara bağlı kalmak üzere ettikleri yemine ve devletin müesses düzenine aykırı uygulamalara giderek yarattıkları yasama ve yargıyı bozmuş toplumda adalet düzeni yara almış yürütme de belirli bir kesime hiç dokunmazken muhalif kesime karşı hukuk dışı uygulamalara yarattıkları mutlu azınlığa devletin toprak ve halkını köle edip toplumsal nizamın sarsılmasına neden olunmuş gözükmektedir. Bu durumda tek başına bir kurtuluş gözükmemektedir.
Dini uygulayan değil, dini kendi çıkarına daraltan kimse "dini dar" dır. Bu nedenle halk meydanlarda "adalet" diye bağırıyorsa, aslında evrensel bir şeriat arayışındadır.
Günümüzde şeriat getireceğiz diye iktidarı ellerinde tutanlardan beklenen tez zamanda dine, şeriata, yasalara uymalarıdır.
Laik / dinsiz olarak tanımlanan halkın temsilcileri meydanlarda: kahrolsun şeriat ve hak hukuk adalet diye bağırıyor. Bir kesim de Kemalistlere ölüm diye bağırıyor.
Bence şeriat ve halifelik isteyenlerle birleşerek ‘şeriat isterük’ diye bağırmaları değil erdemli davranışlarla siyasilere ayar vermeleri gerekir. Aksi takdirde istediklerini uygulayacakları bir devletlerinin olacağı konusunda şüphe duyulmaktadır. Dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik, Sağlanırsa o zaman, kurulur dirlik.”