Dil, bazen kader gibi işler. Bir harfin yer değiştirmesi, bir sesin dönüşmesiyle yeni anlam kapıları açılır. Kalb, Arapçadan bize gelmiş; kökü “dönmek, çevrilmek, değişmek”tir. İnsan bedenindeki organın atışı ve kan dolaşımını sağlaması nedeniyle bugün kalb-kalp denilince genellikle bu organ anlaşılır.
Oysa kalp, varoluşun insanda değişip dönüşmeye yatkın oluşunu da hatırlatır. Kalbin dilimizdeki karşılığı gönüldür. Gönül, insanın iç dünyasının en derin fonksiyonudur. Kalbimdesin denildiğinde sevgi dünyamdasın, işleyişine uygunsun anlamı çıkmaktadır. Bu da sorumluluk ve bedel getiren bir davranıştır.
Kalp yerine kullanılan bir başka sözcük ise yürektir. Yürek, moral gücünü ifade eder. “Sende onu yapacak yürek var mı?” diye sorulduğunda, işte bu güç sorgulanır. Antep’te “bürt” demeye dudak gerek derler.
Aynı kökten türeyen kalıp ise şekli sabitleyen şeydir. Tahta kalıplar, taş kalıplar, insanın üstüne biçilen ideolojik kalıplar…
Toplumların bağlı olduğu yasalar da bir yerde kalıptır. Kalbin değişkenliği ile kalıbın sabitliği arasındaki gerilim, hayatın ta kendisidir. Bir yanımız değişmek ister, diğer yanımız tutunacak bir biçim arar.
Eskiden ölçü birimi olarak kullanılan “batman” ile ilgili bir deyim hatırlanır: Kaos anında “batman çağıl’a karıştı” denirdi. Yani ölçü, ortak değer yargısı taş yığınında, değer tanımazlarda kaybolmuştur. Onun Çin kalp sahibi insanlara her zaman ihtiyaç vardır.
İnsan, her şeyin kalbidir; özüdür, merkezidir. Onun değer yargıları toplumun ve çevrenin oluşumunu belirler. Bu bağlamda, ülkelerin halklarının ve yöneticilerinin konan yasalara bağlılığı ve adaletli yönetimleri, sağlıklı toplumların oluşmasının yegâne şartıdır.
Buradan inkılab kelimesine geliriz. İnkılab, dönüşüm demektir; altüst ediş, eski anlayışları ve düzeni yıkıp yeni yargı ve kalıplar kurma çabasıdır.
İnkılaplar toplumun kalbi gibidir. Sürekli yenilenmedikçe eskir, güncelliğini, gücünü yitirir. Böylelikle yeni bir düzenin, yaşam şartlarının kalıplarının oluşumuna kapı aralar.
Cumhuriyet inkılabının getirdiği kalıplar zamanla değiştirilmiş, hatta kirletilmiş, yok sayılmıştır. Bu yüzden oluşan yeni şartlara uygun yasalarla kalıpların yeniden yapılanması istenmektedir. Ancak bu durumun meşruluğu ve evrensel geçerliliği olmadığından yapılanması mümkün görülmemektedir.
Her yerde tek yasa geçerlidir. Aslolan varoluşun amacına uygun hedef belirleyerek o hedef doğrultusunda birliğe hizmet etmektir.
Nasıl ki Cumhuriyetin ilanındaki şartlar Cumhuriyet idaresinin ilkelerini belirledi ise benzer bir durumdaki şartlar da kendi ilkelerini belirleye bilir.
Bu bağlamda yasaların değişim ve etkisiz kılınma nedenleri ile yüzleşilerek yapılacak restarasyonla, varoluşun devamını sağlamak yegane yöntem olarak görülmektedir.
Peki ya kalpazan? Sözlükte sahte para basan kişidir. Ama mecazen, dili başka, eylemi başka, sahte, kalpsiz olan, içtenliğini kaybetmiş kişidir.
Kalpazan, kalıbın, yasaların hakiki dönüşünü bozan, inkâr eden, kalıbın içini kendi istediği gibi doldurandır. Bastığı para, söylediği söz geçersiz olan demektir.
İnsanın kalbi ile kalıbı arasındaki bağ; ilahi varoluş gereği ile bireysel yaşayışı arasındaki bağ koptuğunda ortaya çıkan yozluk işte budur.
İnsan, bilinen kâinatın ve varoluşun özüdür. Ancak bu doğası üzerine yaşadığında gerçek anlamıyla insandır. Güçlüdür, sözü geçerlidir.
İnsan aynı zamanda olumlu da olsa olumsuz da olsa bir işleyişin öğesidir ve bu eylemleriyle de bu hakikatin görünmesini sağlar.
Bu bağlamda diliyle söylediğini eylemleriyle doğrulamayanlardan, yani yalancılardan sayılır. Yıllarca yalanlarla avutulan halkın, kendinden başka hiçbir kalıba inancı kalmamıştır. Bu da onun açmazıdır. Çünkü yaptığına inanmakta, inandığını yapmaktadır.