Felsefede ve özellikle İslam felsefesinde mutlak, hiçbir kayıt ve şartla sınırlandırılamayan, tüm varlığı kuşatan, kendiliğinden var olan anlamında kullanılır.
Farabi, İbn Sina ve özellikle İbn Arabi gibi düşünürlerde mutlak varlık, Allah'ı tanımlamak için kullanılır. Allah, mutlak varlıktır, çünkü zaman, mekân, nitelik, nicelik gibi kayıtların hiçbirine tâbi değildir.
Mistisizmde mutlak genellikle zihinsel sınırlamalardan ve duyusal algıdan kurtulmuş saf varlık veya saf bilinç halini ifade eder.
Talâk salıvermek, bırakmak, boşamak” anlamına gelir. Özellikle evlilik bağının çözülmesi anlamında kullanılır. Kadın boş olduğunda iddet müddeti sonrası evlenerek dolu; doğum yapabilir konuma gelir. Bu bağlamda mutlak talak ve talkın kavramı varlık kazanma-yaratılma ve cennette sonsuz yaşam bahsi olarak bir bütün olduğu anlaşılmaktadır.
Ölüye mezara defnedildiğinde başında verilen talkın bir yerde hepimize verilmekte ve lokal / toplumsal varoluşun sonu, evrensel bazda yeniden varoluş ilkeleri salık veriliyor soran olursa söylensin diye.
Tanrıya erme aracı olan tasavvuf ilminde dünyaya talak vermek, yani onu boşamak, terk etmek demektir. Bu, zühd yani dünyadan yüz çevirerek aradaki terminolojiyi ve bağlantıyı test edip yeniden kurma mücadelesinin sembolik bir ifadesidir.
Felsefi düzlemde talak, bağların çözülmesi, özgürleşme, kayıttan kurtulma ile ilişkilidir. Bu yönüyle mutlak ile bağlantılıdır. Yani bir şeyden ayrılmak (talak) onu sınırlayan kayıtları ortadan kaldırmakla olur Birey toplumsal bağlarından boşanarak evrensel bağlar oluşturarak varoluş içinde boşa çıkar.
Zihnimiz, genellikle geçmişten gelen hatıralar, geleceğe dair korkular, fikirler, önyargılar, kimlikler ile doludur. Bu doluluk hâli, insanı şu an’dan koparır ve gerçekliğin doğrudan deneyimlenmesini engeller.
Bu yüzden birçok mistik ve düşünür, zihnin boşaltılmasını kurtuluşun ve sezgisel bilginin kapısı olarak görür.
Zihni boşaltmak, önceden edinilmiş kavram, yargı, alışkanlık ve sınıflamalardan sıyrılmak anlamına gelir.
Tasavvufta, Budizm'de ve bazı modern felsefi yaklaşımlarda, zihinsel boşluk, hakikate doğrudan temas kurmanın ön şartıdır.
“Kavramlarla yaşam arasında yapısal işler bağ kurmak, yeni bir dil oluşturmak, zihni boşaltıp varlığa çıkmanın bir yoludur Kuranı Kerimde geçen Allah Ademe esmayı öğretti sözü bu oluşun ifadesi olarak anlaşılmaktadır.
Zihin; Ezberlenmiş kavramlar. Duygusal kayıtlar. Geçmişin tepkileri. Geleceğin beklentileri. Kimlik ve aidiyet imgeleri ile doludur. Eğer bir kavram yaşamda can bulmuyorsa, zihni daha da ağırlaştırır. Ama kavram, yaşama dokunduğunda: Ya anlamını yaşar ya da gereksizliğini fark eder ve bırakırız. Böylelikle zihinden bir şey eksilir ve varlığa-yaşama doğru çekiliriz.
Mevlâna:“Balı bilmek değil, yemek” gerek der. Bal bal demekle ağız tatlanmaz. Yaşamadığımız bilgi bizim değildir. Yaşadığımızda, bilgi yaşam olur.